16 Ağustos 2006

toplumsal mesaj vermenin zorluğu

toplum denen kısım, sizin sesinizin ve sözünüzün ulaştığı insanlardan oluşuyor. sizin için toplum o. ne kadar meşhur olursanız olun ( ben hiç meşhurum mesela) yine de bu değişmiyor, sadece sayı değişiyor.

sayı arttıkça da fikirleriniz üzerine yapılan yorumlar çeşitleniyor, dallanıyor ve hatta yapraklanıyor, çiçekleniyor. ve fakat ne yazık ki bu çiçeklerden çok azı meyveleniyor.

sanıyorum sıklıkla fikire değil, fikir sahibine bakılıyor. burada da ilk ayrım "bizdendir" ya da "bizden değildir" oluyor.

ve yine ne yazık ki, "bizdendir" sınıfına girerseniz gözü kapalı her söylediğinizi kabul edecek, "bizden değildir" sınıfına girerseniz gözü kapalı bir şekilde size karşı gelecek kişiler, fikrinizi düşünüp değerlendireceklerden daha çok.

sonra, fikrinizi dile getirdiğiniz şekil önem kazanıyor. sert mi söylemiş, argo mu kullanmış, konuşurken kekelemiş mi, yazılıysa dil düzgün kullanılmış mı, kelime seçimi nasıl, eski kelimeleri kullanmış mı, a harfinde şapka var mı, aaa! kravat takmamış mı bu ne ayıp, ceket çoraplarına uymuş mu, benim sevmediğim renk mi ağırlıkta ne bu kıyafette, uzun saçlı yahu bu zirzop, helal bileğinde dövme olan adam doğru söyler... gibi fikrinizden uzak bir sürü özellikle değerlendiriliyorsunuz. bunların sonunda elde edilen yekün "bizdendir" sınıfındaysanız + ; "bizden değildir" sınıfındaysanız - olarak sizin hanenize yazılıyor.

sonra fikrinizin ne üzerine olduğu konusu değerlendiriliyor. burada da keskin bir ayrım var : toplumun dahil olduğu kesim - olmadığı kesim. kaldırım taşları üzerine bir şey söylediyseniz avukat, doktor, bankacı, gemi mühendisi, faytoncu, taksici, bebek bakıcısı, fındık üreticisi gibi kişiler hemen bunu + puan olarak hanenize yazıyorlar. ama taş ustaları, kaldırım ameleleri, parke taşçıları odası ve benzeri kişi ve kuruluşlardan koskoca bir - puan daha aldınız. ne dediğinizin henüz önemi yok, onara ilşkin laf etmişsiniz işte...

bundan sonra sıra geldi toplumun fikriniz konusundaki bilgisine. burada temelde bilenler ve bilmeyenler olarak iki grup olsa da, bilmediği halde sizin sözlerinizi destekleyenler ve karşı çıkanlar gibi bir alt grup var ki asıl belirleyici olanlar onlar. burada da değerlendirme sizin toplumun o kesiminden şimdiye kadar aldığınız artistik puanınızın 2 ile çarpımı şeklinde oluyor.

konuyu bilenler ise bu bölümde değişik bir hesaplama yapıyor. siz doğru söylemişseniz sizin takımın bilenleri + puan veriyor ama karşı takımın bilenleri daha az - puan veriyor. eğer ki yanlış söylemişseniz, sizin takımın bilenleri yanlışınızın içindeki doğruları destekleyerek size daha fazla + puan veriyor. karşı takım ise maksimum - puanla bu aşamayı değerlendiriyor.

bir sonraki aşama ise toplumun önemli olarak değerlendirdiği kişilerin ( ki bunları sakın küçümsemeyin. bu kişiler yıllar içinde burada sayılı aşamalardan defalarca geçerek kendilerine bir yer edinmişlerdir) sizin hakkınızdaki düşüncesi. burada eğer toplumun önemli saydığı kişiler sizin hakkınızda olumlu düşünüyorsa + puanınız artıyor ya da düşüyor; - puanınız ise düşüyor ya da daha da düşüyor.

bütün bu süreç içerisinde bir çok kişi sonucu beklemeden size karşı belli bir tepki veriyor. bu tepki genellikle olumsuz yönde oluyor. zira "bravo" demek için kullanılan organın neteliklisi, "yuh" demek için gerekli olan organlardan daha az bulunuyor.

bu süreç ve aldığınız tepkiler sonunda siz hala ayakta durabiliyorsanız, nadiren de olsa birileri çıkıp fikrinizi inceliyor. belki o zaman sizin bilmediğinzi bir yerde sözlerinizi "anlamış" bir kişi olabiliyor.

işte o kişiyi bulabilirseniz, sorun bakalım size katılıyor muymuş katılmıyor muymuş...

"minimum tecavüz"


duymadıysanız duyun diye, bir kaç gündür duyduğum bu başlığı alıp burada da aynen kullandım. evet konumuz "minimum tecavüz"

duymayan kaldıysa diye olayı da açıklayayım : ankara kültür ve tabiat varlıklarını koruma kurulu, ankara'nın şirin mekanlarından birisi olan kuğulu park'ın bir bölümünün yol yapılma çalışmasın çerçevesinde kullanılmasına karar vermiş. bu olayı, basın tecavüz olarak değerlendirmiş ve miktarın belirsizliği konusunda da hayrete düşmüş, sonuçta bu başlık çıkmış ortaya.

ne kadar bölümünün kullanılmasına karar vermiş, bu konuda bir açıklama yok. buna belediye başkanı ile şantiye şefi arasındaki birileri karar verecek. belki de dozer operatörü..

mesela bana göre minimum, 3 tane parke taşından ibaret. babama sordum % 15 dedi. bizim bakkal "yok indirim falan alıyorsan böyle al" dedi. mahalledeki nesbiye hanım teyze "ununu bol koyacaksın ki dadı da güzel olsun" didi. ehm, yani dedi. akşam çöpleri karıştırıp kartonları toplayan aileye sordum "odununu bize versinler 2 saate tek dal bırakmayız o parkta" dedi.

e hadi bakalım şimdi. nasıl bilebiliriz onlar ne diyecek !

bari 3-5 tane farklı proje yapıp onları oylasaydınız, kazananı da halka açıklasaydınız, belki daha olumlu karşılanır belki bir grup tarafından da destek görürdü. ama minimum ne demek yahu. hadi bana da izin verin, ben de venedik tacirliğine soyunup sırtınızdan minimum miktarda et alayım . yahu nesinden korkacaksınız ki, minimum dedim.

tabi kuğulu park'ın adı belediyenin bir yazısında geçince hemen harekete geçen sivil toplum örgütleri hemen ayaklanarak parkı istila ettiler ve "koruma altına" aldırlar. çankaya belediyesi de bu örgütlere destek verdi. zaten söz konusu kurulda da çankaya belediyesinden olan üye "hayır" oyu vermişti.

ankara'lı değilim. 8 yıldır burada yaşıyorum sadece. ama görüyorum ki 2-3 sende bir mutlaka bu kuğulu parkın bir tarafının bir şey yapılmasıyla ilgili bir proje mutlaka gündeme gelir. birilerinin kuğuyla mı bir sorunu var, küçükken ördek mi gagaladı, yüzmeyi mi bilmiyor nedir anlayamadım.

tamam kuğulu parkı kaldırırsanız yol çok genişler, hatta belki bir yonca kavşak bile yapabilirsiniz. lakin kuğulu parkın hem şeklen hem de manen bu şehre kattığı şeyler, benim gibi sonradan buraya gelmiş birisi için bile saymakla bitmez. hele ki çocukluğunda anneannesinin elinden tutarak o parka gelmiş, şimdiki eşiyle orada vakti zamanında gizlice buluşmuş ve ne bileyim, aklıma gelmeyen daha sayısız anının sahipleri için çok daha fazla anlam ifade eder. hani Atatürk bulvarını trafiğe kapatsanız bu kadar tepki almazsınız ama kuğulu park olmaz.

sanırım bu bir inatlaşma oldu artık. birileri illa ki o parka bir çivi çakacaklar, bir ağacı kesecekler, gölün suyunu boşaltacaklar iki tane kuğuyu hakkari'ye sürecekler de rahat edecekler. ya da o günleri görmeden çekip gidecekler :)

15 Ağustos 2006

teknolojinizi nasıl alırsınız ?

teknoloji artık giderek "kişiselleşiyor".

girdiğiniz bir sitede eğer bir şekilde kayıt yapmışsanız karşılaştığınız reklamlar sizin ilgi alanlarınız çerçevesinde seçiliyor artık. ya da kayıtsızsanız bile, reklamlar siteyle, bulunduğunuz ülkeyle, o anda incelediğiniz sayfayla iligli konularda geliyor.

bilgisayar ürünleri sitesini gezerken bilgisayarla, mobilya sitesini gezerken mobilya ya da ev eşyasıyla ilgili reklamlarla karşılaşıyorsunuz.

bazı özel kanallarda, deneme bağlamında da olsa televizyon reklamları abonenin özelliklerine göre seçilmeye başlandı.

ileri teknoloji, prototip olarak olsa bile, yerleştirilen alıcılarla odadaki kişinin özelliklerini algılayıp onların cinsiyetine ve yaşına göre reklamlar ya da programlar seçme şansı tanıyabiliyor.

hatta üye olduğunuz bazı dergilerin editörü doğrudan size hitab ediyor. dergiyi açıyorsunuz gülümseyen bir yüzle editör söze şöyle başlıyor "sayın sema zem,". insanın tüyleri diken diken oluyor, dönüp şöyle bir arkasına bakıyor burada mı bu adam diye.

teknoloji dünyasındaki bütün bu keyifli gelişmelere rağmen benim 1 ay önce oturma odası grubu aldığım firma fatura bahanesiyle ele geçirdiği ev adresime ve cep telefonuma neden "yeni oturma odaları" ile ilgili mesajlar gönderiyor ? amaçları bana "hah hah salak herif . sen aldın ama bak daha güzelleri geldi. üstelik daha ucuz. enayii enayii" demek mi ? yoksa oturma odası satıcıları oturma odasını her her ay değiştirilebilir bir şey mi sanıyorlar ?

4 yıldır abone olduğum derginin içinden "denemeden karar vermeyin" sloganıyla çıkan "hijyenik kadın bağı" nı nasıl denememi bekliyorlar. teknolojileri çok ileri de hanımın muayyen gününde olduğunu mu bildiler diyeceğim, hanım yok . arayıp da "e bana bunu denemek için birini göndersenize" desem bir sonraki sayıda "üyelerimiz arasında sapıklar var" diye beni rezil ederler. sırf onlar mahçup olmasınlar diye deneyeceğim ama, acayip rahatsız bir şey. bir de geri bildirim formu yapmışlar "lütfen doldurun" diyorlar.

"dış görünüş olarak, gittiğim mekanlarda ilgiyi üzerime çekmek adına faydalı olduysa da; kişisel kullanım açısından çok rahatsız edici buldum" diye doldurup gönderdim ben de. ne yapayım.

cep telefonlarına gelen reklam-haber-duruyu-promosyon mesajları

önce hemen söylemek istiyorum "topunuzun allah cezasını versin"

"bela" diyeceğim de, annem bela okuma der hep o yüzden diyemiyorum. ama dilerim cep telefonunuzu mesaj yüzünden kullanamaz olursunuz, en acil zamanda onlarca mesaj gelir de işinizden gücünüzden olursunuz, habersiz kalırsınız, uçağı, treni kaçırırsınız da dımdızlak ortalıkta kalırsınız ; karınızla metresinize gönderdiğiniz mesajlar yanlış gider, evinizden barkınızdan olursunuz, çoluğa çocuğa rezil olursunuz; en gizli mesajlarınız promosyon mesajı olarak dağıtılır da işinizden gücünüzden olur karnınız aç kıçınız açık kalırsınız inşaallah.

benim günlük ortalamam 3. bildiğim ya da bilmediğim ya da bilip de adam sandığım bir sürü yerden günde ortalama 3 mesaj alıyorum. genellikle adam gibi saatlere denk gelmekle birlikte haftada en az bir defa da, mutlaka hıyar gibi bir saatte bir mesaj geliyor. ya uykudan fırlıyorum, ya hayırdır diyip korka korka telefona bakıyorum. e gecenin 3'ünde hangi normal zeka sahibi bir firma "temizlik ürünlerinde % 3 indirim" diye mesaj gönderir ki. gaza gelip de o saatte parke mi cilalayacağım yani...

genellikle tamamına yakınını mutlaka mesaj engelleme özelliğiyle engelliyorum ama illa ki bir defa almış oluyorum tabi bu salak mesajları.

bir de isteyerek mesaj almak için başvurduğum yerlerden gelen istemediğim mesajlar yığını var. mesela bazı bankalar bir güvenlik aşaması olarak böyle bir hizmet veriyorlar. hesabınızdan internet üzerinden yapılan bir işlemi size hemen bildiriyorlar ki bir sakatlık varsa anında haberiniz olsun.

( burada geniş bir parantez açmak isterim. adam benim hesabımdan hırsızlık babından bir işlem yapacak olsa, önce benim haberim olmasın diye o telefon numarasını da değiştirmez mi acaba. hesabıma girecek kadar zeki, bankadaki paramı kendisinin bulunamayacağı ama parayı alabileceği bir hesaba aktarak kadar cin bir hırsız bu detayı atlar mı sizce ? )

e iyi güzel, ama tabi bu şekilde bir türlü numarayı bankaya kaptırmış oluyorsunuz. sonra "acaba bu gece benimle buluşma ihtimalin var mı ? belki güzel bir yemek, belki biraz dans?" diye hayallerinizdeki kıza attığınız mesaja cevap beklerken bir de bakıyorsunuz "büyükbaş hayvancılıkla uğraşanlara 6 ay geri ödemesiz %1.0000001 faizle 244 ay kefilsiz kredi, hemen arayın akşama inekleriniz evinizde..." diye bir mesaj. akşam bankacak oturmaya gelecekler herhalde diye düşünüyor tabi insan ilk önce.

sorna bir de benim "kurumlararası ortak telefon veri tabanı" olarak adlandırdığım bir komplo teorim var. yani siz x firmaya güvenip telefonu veriyorsunuz ama bu hayvanlar bunu y ve z firmalarıyla da paylaşıyorlar. üstelik y firması da ( e o da hayvan tabi) telefon numaralarını t,v,c firmalarıyla paylaşıyor. z firması ise sadece p firmasıyla paylaşıyor. ( az hayvan onlar) lakin p firması (hayvanoğluhayvan) q,w,m,g ve d firmalarıyla bunu paylaşıyor.

ve işin kötüsü bu firmaların sayısı alfabeyle ve hayvanlar alemiyle sınırlı değil. ve işin kötüsü " egzantrik dişlilerde yağ tortusuna son. plexiropsotik megzatinom artık türkiye'de. bizi arayın" tarzı bir mesajla ilgili özgün bir küfür de üretemiyorsunuz. en klasik yaklaşımla "egzantrik dişlinize bir plexiropsotik megzatinomunuza iki " diyeceksiniz ama onunda ne olduğu belli değil, insan korkuyor.

yurt dışında bulunanlar için durum daha da vahim. zira orada size gelen bu salak mesajların yurtiçi ücreti dışında kalan kısmını da siz ödüyorsunuz. genellikle hep yurt dışında olan bir arkadaşım anlatıyor : " bir mesaj geliyor 'filancamarkette tavuk bugün sadce 2.34 YTL' diye mesaj geliyor. ulan marketin yerini bilmem, ağzıma tavuk koymama ama bu mesaja ben şu kadar para ödüyorum"

ben bu tip mesajlarla ilgili olarak elimden geldiğince beni rahatsız eden kurumu da rahatsız etmeye çalışıyor ve bir türlü geri bildirimde bulunuyorum. ama tabi bu durumda kabak danışmadaki gariban personelin başında patlıyor genellikle.

ben, her ne kadar "bakın hanımefendiciğim/beyefendiğicim bu işte sizin bir suçunuz yok ama sizin beni genel müdürünüze aktarma şansınız olmadığına göre ben de ona olan sinirimi size yansıtmak durumundayım, lütfen bant kaydınızı kendisine dinletin ki üstünüzde kalmasın" gibi bir girişle lafa girsem de görevli arkadaş eninde sonunda bana maruz kaldığı için bir miktar yıpranıyor tabi.

bir de daha "mahalli" olan mesajlar var: "çardak lokantası size bir telefon uzaklıkta, abuzittin çardak" "toss kuaförle saçlarınız istediğiniz gibi" "telefonu sokacak yer mi arıyorsunuz biz hizmetinizdeyiz"......

modernlik ve teknoloji diye kullandığımız ürünler hayatımızı nasıl da terörize ediyor bazen, şaşıp kalıyorum.

internet sözlükleri

herşey ekşi sözlükle başladı.

sonra devamı geldi. sayamayacağım ( zaten hepsini bilmiyorum, zaten gerek de yok) kadar çoğaldılar. yazanlar için büyük bir keyif, kurucular için belki bir maddi beklenti, belki bir ünlü olma merakı ama nerdeyse tamamı için bir liderlik, üstünlük, yöneticilik tatmini oldular.

yazmak için birbirini çiğneyen yüzlerce insan. ve onların yazabilmelerine izin veren bir kaç kişi. sanal deyişiyle "owner" ve "moderatör"ler.

ben de sürüye uyup ekşi sözlüğe dahil oldum. 6. nesildik sanıyorum. yani "boyunu aşan işlere kalkışan bir avuç adam, beklenmeyen yükseliş, kimseye güvenememe ve yetki verememe durumu, kontrolsüz ve ön görülemeyen büyüme, sonuçta kuralları bir yana bırakıp herkesin sözlüğe kabul etme ve akabinde başına buyruk kıyım " nesli.

sözlüğe kabul edildiğimden bile haberim yoktu, başkaları söyledi. "aa ne güzel" dedim keyifle yazıyordum sorna birden baktım ki atılmışım. neden ? niye ? hangi kelime, yazı, söz, mesaj, içerik yüzünden öğrenemedim hiç bir zaman. bir grup veledin bok yemesi deyip umursamadım ben de. kendileri laf anlayacak kişiler olsalardı sanırım karşılarındakilere de laf anlatmak isterlerdi. benim onlarca "ne yaptım" mesajıma cevap vermediklerine göre sanırım ben bir şey yapmadım kendileri yaptılar.

şimdilerde itüsözlükte yazıyorum. oranın yönetici ve moderatörleriyle anlaşamıyorum yani :) her ne kadar şu ya da bu şekilde haberdar olduğum bir kaç diğer sözlükten kat be kat iyi ve eşkisözlük'ün kendinden sonraki (bence) en başarılı ve seviyeli klonu olsa da, ben kimsenin klonu olmadığım için genel bir anlaşmazlık durumu söz konusu.
( ileri zamanlı ilave : söz ağızdan çıktı, yutacak değilim. itüsözlük konusunda hala aynı şeyleri düşünüyorum, ama moderatörler sanırım müstakilen bir yazıya konu olmayı hak ediyorlar. )

neyse, derdim sözlükleri yermek ya da övmek değil.

yıllar önce, sanıyorum elif şafak'ın bir kitabını okurken canlanmıştı kafamda "kişisel sözlük" olayı. herkesin yazacağı birşey değil ama kelime ve kavramların "bence" anlamlarını yazacağım bir sözlük düşünmüştüm.

bir programcı arkadaşıma "bana şöyle bi şey yazsana" dediğimde onun söylemesiyle haberdar olmuştum ekşi'den. sonra her google sayfasında adına rastlayınca da kullanıcısı olmuştum.

düşünüyorum da ( evet ben düşünebiliyorum da) ne çok sözleyecek sözümüz var. laf olsun, söz olsun, itlik olsun diye söylenenler de dahil ama ne çok söylenecek sözümüz var. doğru, yanlış, yalan, dolan, itiraf, gerçek, açıklama, yorumlama, saçmalama, geç, erken, ece, gece, gündüz, sabah akşam, yakın, uzak, doğru türkçeyle, yalan yanlış türkçeyle, büyük harfle, küçük harfle, noktayla, ünlemle, virgülle, parantezle.... ama ne çok sözleyeek sözümüz var.

gün içimde yazılan yazıların, açılan başlıkların ve bunların altındaki yaratıcılıkların tarifi mümkün değil. doğru ve öz bilgileri bir yana bırakıyorum, zira sözlükler genellikle bunların derli topluluğunu sağlıyorlar sadece, zaten tamamına yakını internette şu ya da bu şekilde var.

ama ya o kişisel gözlemler, yorumlar, çıkarımlar; yakalanan ayrıntılar, kıldan ince detaylar; aynı konuya farklı açılardan, akımlardan, ideolojilerden yaklaşımlar. eşi bulunmaz bir kaynak, eşi bulunmaz bir tartışma ve yorum platformu bunlar.

hele bir de ".. diyalogları" başlıkları altında yazılan adamı sandalyeden düşürecek komiklikteki yazılar...

yahu ne çok söyleyecek sözümüş varmış. ve bunların tamamına yakını da ne kadar güzelmiş. bulana da, kullanana da, yazana da helal olsun, ne diyeyim.

maaşlar yatmış V2.0

bilgisayarcı adamın yazısının bile versiyonu olur
semazem sözü

bu maaşlar yatmış sözü bana hep "altılı yatmış" sözünü çağrıştırır. sadece sessel olarak değil, mantıksal olarak da çağrıştırır ama.

her ikisinde de bir para beklentiniz vardır, ama gelmez.

maaşlar yatmış !!!

e bana ne ?

o tamamıyle bankalar arasındaki bir iç problem.

maaşımın yattığı banka ile ödemelerimi yapan banka aralarında anlaşıp, maaş bankası kendine belli bir miktar para ayırıp geri kalanını ödeme bankama gönderecek, bu büyük eziyet için de bir miktar para kesecek, sonra ödeme bankam maaş bankamdan aldığı parayla ödemelerimi yapıp üste kalırsa fon alacak, üste kalmazsa daha önce alınmış fonlardan bir kısmını bozdurup ödemeleri tamalayacak.

benim bu maaş olayında etken olarak hiç bir rolüm yok, edilgenim ben.
ben sadece maaş alan kişiyim. maaş gören kişi değilim.

"e niye çalışıyorsun o zaman ?" diyeceksiniz de, ne yani batsın mı bu bankalar !!!!!

sezen aksu kimdir ?


34 yaşındayım. [ (8 ay aldım) 35 bile değil düşünün :) ]

ben kendimi bildim bileli bir "sezen" vardır. cumhur önal olanı da var ama aksu'su bahsettiğim. bu kadının her kasedi olay olur, her şarkısının en az 1000 tane fanatiği vardır. meşhurdur, zengindir, göz önündedir, popülerdir, dudaklarının yeni halini saymazsak güzeldir de.

ben bir oğlu olduğunu bilirim mithat can isimli. başka da hiç bir şeyini bilmem. sevgililerini, aşklarını, yaptıklarını, ettiklerini. aşklarını da bilmem. ha belki biri dese ki "yahu duymadın mı hani, bir zamanlar şununla çıktı bununla indi" diye anımsarım ama o da öyle "bakın benim sevgilim var, bakın şimdi napışıcaz" tarzı bir ilişki değildir. zatenkendisi de rahibe olduğunu iddia etmiyor sanıyorum ki...

nedir kendisinin en sık duyulan haberleri : "şurda bir konser verdi, mekan yıkıldı" tarzı haberlerdir, bir sanatçıya yakışan şekilde.

ben "en çok şarkısnı bildiğim sanatçıdır" derdim kendisi için geçenlerde bir haberini duyuncaya kadar. haber dediğim aslında haber değil öğüt. hatta insanların kafasına balyoz gibi vurulacak bir laf ama tabi o balyoza ilk maruz kalanlar lafın esas hedefi , direk muhatabı oldukları için bunu laf arasında kaynatıp çok fazla ortalığa çıkarmadılar.

nedir bahsettiğim olay :

sezen aksu'nun bir tatil beldesindeki bir konserinde, basın mensuplarına hitaben " şimdi burada istediğiniz kadar görüntü çekin ama yarın plajda kıçımı çekmeye uğraşmayın. benım kıçımın memlekete ne faydası olacak. bir faydası olacak olsa ben ona kaş göz de çizerim." demiş olmasıdır.

tam kelimeler bunlar olmayabilir hatta o minik ve kibar hanım "kıç" da dememiş olabilir ama lafın özü bu. ne de olsa muhabir değilim ben tam haber aktarmak zorunluluğum yok. ( aslında muhabirleirn var, ne kadar ilginç değil mi :) )

yahu şu minicik kadıın ettiği şu lafın büyüklüğüne bakar mısınız ! buna ne denebilir. buna nasıl cevap verilebilir. altında kalanlar için söylüyorum , bu lafın altından nasıl kalkılabilir.

aslında yazıyı yazarken ilk düşüncem buradan 1. 2. 3. 4. diye çıkarımlar yapmaktı ama şu anda bir kaç tanesi yazdıktan sonra vazgeçtim ve sildim. varsın lafı anlamayanlar, anlamadıklarıyla kalsın.

lafı ansızın kesip, başlıktaki soruya "trendy" bir cevap verip bitiriyorum yazıyı : budur !

pınar altuğ'un derdi neden bizi gerdi


aslında bizi değil sizi.
aslında pınar'ın da derdi olduğunu sanmıyorum.

bir süredir, benim gibi gazete okumayan, haber dinlemeyen , magazin programı adı altındaki programların yapımcı ve katılımcılarının benzin dolu variller içersinde cayır cayır yakılmasını destekleyen bir kişinin bile haberi olduğuna göre, bu pınar'ın sorunları büyük demek.

neymiş (öğrenebildiğim kadarıyla) eşini aldatmış, toni'yle çıkmış, sona intenetten biriyle tanışmış, bu yüzden de toni'yi bırakmış.

en çok merak ettiğim konu, bu toni kim ? coni'yi bilirdik de bu toni'yi bilmiyorum. coni artık yaşlandı da bu toni "oyuncu değişikliği" gibi bir şeyle mi hayatımıza dahil oldu ? hoş, gerci coni'yi de pek matah bir özelliğiyle bilmzedik ya, hadi neyse....

adı pınar olan kaç kadın bu tip şeyler yapıyor, keza soyadı altuğ olanlardan da yapan vardır sanırım. e neden bir grup insan bu durumu "uzaydan gelnmiş yaratığın maceraları" gibi izliyor ?

kadın sevmiş evlenmiş, sonra başkasını sevmiş ayrılmış. evet aldatmış (sana ne - bana ne) . şimdi başkasını sevmiş. onunla da internetten tanışmış.

bütün bu haberler silsilesi içerisinde tek ilgimi çeken şey pınar altuğ'la internette tanışma şansımın olduğu ve bunun şimdiye kadar olmadığı. keşke ben de tanışsam kendisiyle. pınaaar !!okuyorsan mesaj at, olur mu ?

böyle tefrika yazılar yazanların ve bu yazıları okuyup "peh peh peh" diyenlerin kaç tanesi eşini aldatmamıştır ? kaç tanesi pınar altuğ ile tanışmak istemez ? kaç tanesi internetten kimseyle tanışmamıştır ?

her yerde herkesin yaptığı şeyin bu şekilde bokunun çıkarılması üstelik bu boka da herkesin elini sokmasının kime ne yararı var ? bırakın kim ne yapıyorsa yapsın yahu...

08 Ağustos 2006

birinci

bu mesajı birinci seçtim