25 Eylül 2006

doktor olmanın dayanılmaz ağırlığı

bir kaç gün önce, ankara'nın trafik keşmekeşinin tam içinde eve doğru gitmekteyim. her zaman geçtiğim yollardan, hiç bir zaman geçmediğim kadar yavaş, kalabalık ve sıkıntılı bir biçimde duruyorum. gidiyorum demeyi çok isterdim ama söz konusu hareket nesnesi araba olunca, mevcut süratin gitmek olarak değerlendirilmesi söz konusu değil. eve bayağı yaklaşmışken, her trafik tıkandığında şuradan kaçsam da ileriden rahat bir çıkış vardır muhtemelen diye düşündüğüm yol ayrımlarının birisinde yine durduk. bu sefer kaçayım dedim. bulunduğum yerden doğru gidecekken hemen sağa döneceğim, ileriden sola döndüm mü tıkanıklığın ilerisinden eve çıkacağım. zekiyim ya !!!

aynen sağa saptım, ilerideki çataldan sola döneceğim ki girilmez yol ! mecburen sağdan devam ettim, ıssız bir sokak arasından gidiyorum. ileride bir yol görünüyor, orada sola döndüm mü daha da ileriden aşacağım tıkanıklığı. enayiler orada tıkansınlar bakalım.. çok zekiyim ben... yol ayrımında geldim ama sapacağım yol daracık. yahu burası tek yön olmasın dedim ama levha yok. ayrıca yolun kenarında her iki yöne de bakarak park etmiş arabalar mevcut, demek iki yönlü dedim, döndüm sola doğru. ama o anda da anladım ki burası tek yön ve ben tersten girdim.

karşıdan arabalar geliyor, hemen yanaştım sağdaki bir aralığa, onlar geçsin de ben de bir türlü çıkacağım artık diye. bir baktım en ondeki araba bana doğru yaklaşırken bir yandan da camı açıyor. "ters yön kardeşim" diyecek. ben de hemen yüzümü ekşittim "valla fark etmedim kusura bakmayın" falan demeyi düşünüyorum. ama amcam güler yüzle arabanın ön camındaki tıp amblemini gösterip "doktor işareti değil mi o" dedi. toparlayamadım birden "evet" dedim. "peki teşekkür ederim" dedi gitti. "doktor adamsın neden ters yöne giriyorsun" demeye geitriyor. "hiç sana yakışıyor mu" gizli anlamını da saklı tutarak.

işte o an karar verdim bu yazıyı yazmaya.

biz doktorların kaderinde hep bu vardır. ne zaman toplum tarafından ayıp ya da beğenilmeyen bir davranış sergilesek ya da laf etsek hemen "doktor adama yakışıyor mu" derler. "sen doktorsun hiç oldu mu bu şimdi" derler. "bir de doktor olacak" derler.

ben bu lafı eden insanlar da dahil, bütün insanların anatomosini, fizyolojisini, patolojisini ve daha birsürü lojisin okumama rağmen bu lafın nasıl bir metabolik faaliyet neticesinde üretilebildiğini anlayabilmiş değilim. tıbbın çaresiz kaldığı bir alan olsa gerek. tıp fakültesine girenlerin toplumdan ayrı, özel seralardaki saksılarda mı yetiştiklerini sanıyorlar, tıp fakültelerinde bir terbiye, ahlak ya da başka bir şey dersi verdiklerini mi sanıyorlar ya da doktor olmak için üniversite sınavında yeterli puanı tutturmak dışında başka meziyetler gerektiğini mi sanıyorlar anlayamadım gitti.

hayır okulların adı da ".... tıp fakültesi" diye geçiyor. "doktor evcilleştirme ve insani meziyyetler kazandırma yuvası" falan gibi özgün bir isimleri de yok ki.


şimdi ben de toplumda büyük bir hayal kırıklığı yaratma tehlikesini tek başıma sırtlanıyor ve gerçekleri açıklıyorum :

1987 yılında öys'den 472 puanın birazcık altı ve daha üzerinde puan alabilen herkes tıp fakültesine girmeye hak kazanmıştır. fakülteye girmek için de 2 yıllık yüksek okullardan tutun da diğer bütün fakültelre girmek için gerekli olan 2-3 evraktan başka hiç bir talep ya da ek testten geçirilmeden kayıtlarını yaptırmışlardır. okulu bitirmek için gerekli sınavları vermek ve bu sınavları verirken de gerekli ortalamayı tutturabilmek dışında hiç bir ek yükümlülüğümüz yoktu.

hiç bir hocamızın sınıfa ansızın dalıp da ortalık yerde "eşşek " diye bağırarak, yüzü kızarmayanları olkuldan atmışlığı yoktur. zaten 15 kişinin birden üroloji polikliniğinde muayene yaptığı bir ortamda genellikle yüzü kızaranlar dışlanırdı hep.

( hatta asıl korkmanız gereken olayı da parantez içinde yazayım ( ben çok severim bu parantez içlerini (vallahi bak)) benim dönemimin geçmesi için gerekli ortalama 50 idi. benden sonraki dönemde bu ortalama 60' a yükseltildi. yani, tüm konualrın %50'sini bilmemiz doktor olmamız için yeterlidir. benden sonrakilerin ise %60.. )

neyse...

okulu bitirdikten sorna da gerek mezuniyet belgesi , gerek diploma ve gerekse iş başvuruları sırasında da bir avukat, bir mühendis, bir işletmeci, bir peyzaj mimarı, bir edebiyat fakültesi mezunundan daha farklı bir test, belge ya da taleple karşılaşmıyoruz.

yani bizler sıradan insanlarız. aynı sizin gibi bizler de küfredebiliyor, acıkabiliyor, ters yola sapabiliyor, kırmızı ışıkta geçebiliyor, cinayet işleyebiliyor, sahtekarlık, dolandırıcılık yapabiliyoruz. bizim de aklımız bunlara eriyor, fiili olarak bunları yapma kudretimiz var. biz doktorlar da bir torpille bir yere yükselebiliyorlar, ya da bir salağın sözüyle en olmadık yerlere sürülebiliyoruz. ( siyasi öğeler katınca daha çekici oluyor yazılar diye okumuştum, o yüzden arada böyle laflar ediyorum.( unutmayayım da bir dahaki parantezde slogan atayım bari))

ayrıca bizler de acıkır, tuvaletimizi yapar ( yaaa bunu hiç düşünmemiştiniz değil mi, hatta ben bir yerde okudum bazı terbiyesiz meslektaşlarım - çok afedersinz- gaz bile çıkarıyorlarmış. diplomalarını ellerinden almak lazım onların. doktor adam, yani.. hiç öyle.. töbe töbe.... ), dans eder, sinemaya gideriz. sinemaya giderken bizler de bilet alırız. bizim biletimizin üzerinde de sizinki gibi F4-F6 yazar. "doktor - beğendiğin yere otur" diye bir şey yazmaz.

bize de elmanın kilosu, tavuğun adedi, hıyarın torbası size satıldığı fiyata satılır. bizim yumurtaların sarısı da sadece sizinki kadar sarıdır.

bizler de birlikte olduğumuz kişiyi aldatabilir, birlikte olduğumuz kişi tarafından aldatılabilir, hatta bu işi başka bir doktor ile de yapabiliriiz. ayrıca bizim birlikte olduğumuz kişiyi aldattığımız kişinin birlikte olduğu kişi de onu aldatıyor olabilir. ve bu zincirde herkes doktor olabilir. zira doktorlar da sevişir.

o yüzden "vay doktora bak bunu da yapıyor" diye bir düşünceniz varsa bunu artık kendinize saklayınız. zekanızı bu şekilde gözönüne sermenizin kimseye bir faydası yok. özellikle de size.

ayrıca bizim bu noktada "diğerlerinden "ufak bir farkımız var. başkaları derse belki hakaret sayılır ama bizim size "gerizekalı" dememiz, teşhis niteliğinde olabilir. ;)

olaya bir de tersten yaklaşıldığında asıl isyan etmesi gereken binlerce doktor adına ben değil de ( 60 milyon bizi dinliyor, gülmeyiniz lütfen) diğer meslek grupları olması lazım. "ne yani biz her haltı yapabiliriz, bu bize yakışır da doktorlara mı yakışmaz ulan" diye feryat etmeleri lazım. tabi tabi "ulan" diyebilirler onlar, doktor değiller ya. terbiyesizler işte. fizyolojik görgü kuralları, anatomik olarak ahlaklı konuşma, kibarlığın farmakokinetiği, gastrointestinal sitemin toplum içinde kokusuz kullanımı gibi dersleri almamışlar ki.... biz aldık hepsini... ( kendime not : "fesüphanallah" nasıl yazılıyormuş öğren, bir dahaki yazıda kullanırsın)

en başta bahsettiğim olayda zaten haksız olduğum için terbiyesizlik etmedim ama adama "araba doktora ait ama ben manavım" deseydim mesela, adam ne yapcaktı. "ha o zaman tamam manav kardeşim ben doktor sandım da kızdım, buyrun ben geri geri gideyim siz geçin" mi diyecekti. ( çok rica ediyorum manavlık mesleğiyle iştigal eden arkadaşlar, türkiye mavanlar derneği camiası, hal çalışanları sendikası gibi birim ve bireyler gereksiz alınganlık yapmasınlar bu örnek için olur mu ? )

tamam adam ters yönde geliyor, aç camı "ters yöndesin birader" de, adam "sana ne lan yürü git işine hade" derse çağır, birlikte dövelim. yok adam "bilmiyordum, görmedim afedersiniz" derse "canın sağolsun kardeşim de" devam et. ne diye daha kafadan, kendini gerizekalı durumuna düşürürsün hiç anlamıyorum.

"ters yöne girmiş hıyar, şimdi de ukalalık ediyor" diye düşünen okurlarım için ( iyice havaya girdim ben ( parantez parantezdir) ) bir örnek daha vermek isterim : moderatörü olduğum bir grupta, daha önce 250 defa gönderilmiş ve her türden zeka sahibi algılyabilsin diye muhtelif defalar 3-4 kez yayımlanmış bir karikatürü, 251. defa gönderildiğinde yayımlamadığım için " doktor adamsın böyle sansür uygulamak sana yakışıyor mu" diye fırça atan bir üyeyle karşılaşmış bir adamım. iki penguen çölde duruyor yahu nesine sansür uygulayacağım... ( fesüühhpp hphp.. ee bu kelimeyi kesin öğrenmek lazım.. )

ayrıca daha hala beni ukalalık yapıyorsun diye suçlayacak olanlara hatırlatmak isterim : ben doktorum, doktor adam ukalalık yapmaz...




not : bu yazıya böyle göğsümü gere gere "yanlış yola girdim" diye başlamamın nedeni aydınlık ve telaşsız bir havada aynı "yanlış" yoldan tekrar geçtiğimde girilmez ya da dönülmez gibi bir uyarı levhası olmadığını görmüş olmamdır. tabi bu sefer yolun en sonundan sola değil de sağa döndüm. zira mercedesli bir bey amcadan eğitim almıştım. :)

07 Eylül 2006

kandil mesajları ( bayram, tebrik vb.).

bugünün kandil olduğunu bilmem, kutlu ya da mübarek olması için yeterlidir. hatta ben bunu bilmesem bile gün açısından hiçbir şey değişmez. hazır bunu biliyorken gelenekler gereğince aile ve çevre büyüklerininkini de kutlamak doğru bir davranıştır. birkaç sevdiğim arkadaşımla da tebrikleşebilirim. keza iş nedeniyle yine muhtelif tebrikler olabilir.

içinde bulunduğumuz devir dolayısıyla olduğunu sanıyorum, kalabalık iş yerlerinde kapı kapı dolaşıp tanıdık tanımadık herkesle kandilleşen kimseler de var. grup halinde odaya girip herkesle kandilleşip gidiyorlar. bu da yeni ya da farklı bir yaklaşım olsa gerek.

lakin şimdiye kadar sokakta avaz avaz herkese iyi kandiller dileyen, camı açıp kandiliniz mübarek olsun diye bağıran, elinde 200 adet karanfil ve üzerine iliştirilmiş "kandilinizi tebrik ederim" yazılarıyla sokakta dolaşıp bunları her bulduğu posta kutularına atan kimseyi görmedim.

ama üye olduğu bütün gruplara, bir kelebeğin kanatlarının üzerine yazılmış tebrik mesajını gönderen onlarca insan var. üyesi olduğum ve an itibarıyla moderatörüyle " her mesajın altında 'kutlama mesajları yayımlanmaz' yazdığı halde neden bilmem kaçıncı kandil mesajını alıyorum ben" diye tartıştığım, her mesajı yayımlayan gruplar da var.

"tartıştığım" diyorum, zira adama böyle sordum o bana "beğenmiyorsan git, seni burada
zorla tutan yok, işiniz gücünüz eleştiri" gibilerinden bir cevap verdi. ama soruma cevap vermedi. üstelik "nerde yazıyor öyle bir şey" dedi. evet moderatör bana bunu dedi.

şimdi "ahan da burada yazıyor" diye gösterdim. sanırım cevap vermeyecek. zira ilk mesaja gelen saldırgan cevap süresini çoktan aşmış olduğu halde henüz tık yok. sanırım "hık" diyebildi sadece.

neyse, konudan uzaklaşmayayım…

dini konularda ahkam kesebilecek bilgiye sahip değilim. o yüzden bu internetteki üyesi olunan bütün gruplara mesaj göndermek suretiyle kandil kutlamanın sevabı, gunahı ve diğer yorumları konusunda bir şey söyleyemeyeceğim.

lakin şunu söylemek isterim: canımgrubum 'da an itibarıyla (öğlen 13:00 suları) yayımlanan kandil mesajı sayısı 1(bir). ( %100 yanılıyorsam 2(iki)) moderatörlerden duyduğuma göre gönderilen toplam kandil mesajı sayısı da 582. yazıyla yazarsak beşyüzsekseniki oluyor.

hangi grup üyesi posta kutusunda 582 adet kandil mesajı görmek ister. ki bu akşama kadar 1000 (bin - bu daha kolay yazılıyormuş - ) olur sanıyorum. hatta kandil mesajı atan üyelerden kac tanesi 581 adet mesaj daha gormek ister. ( ki bu akşama kadar 999 u bulur gibi bir saplantılı yaklaşım sergilemek istemiyorum ) (yazıyla dokuzyüzdoksandokuz oluyor. zor iş bu...)

tıklanan nesne fare, tıklayan nesne parmak. ama bunlar vücudumuza bağlı ve o da beynimiz tarafından yönetiliyor. da bazen anlayamıyorum bu nasıl yönetim :)

bu yazının ana fikrini kendi kendime "kaş yaparken göz çıkartmak" olarak düşündüm. İyi dilekte bulunurken mesaj terörü yaratmak.

Ve sıradaki sözü de atalarımız "Yahu benim gönderdiğim 1 tane mesaj, bundan ne olacak" diyenler için söylüyor : "damlaya damlaya göl olur"

gün mübarek gün, o yüzden fazla uzatmıyorum ve dallandırmıyorum örneklerle yorumları. bu yazılık "yazarken düşündürüp, düşündürürken güldüren, güldürürken zayıflatan, zayıflatırken uzatan ve uzadıkça bayan" bir yazı olsun artık..

tamam sustum..
:)