bilgi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bilgi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

01 Temmuz 2007

Ah benim canım Türkçem - W'nin dilimizdeki yeri


Bugün sanal dünyadaki olağan gezintilerim sırasında bir bloga denk geldim. Ana sayfada TRT tarafından hazırlanan ve Türkçe'nin yanlış kullanımını ve bozulmasını iğneleyen bir video vardı. Yazı kısmında da ne kadar doğru bir yaklaşım olduğundan, dilimizin nasıl bozulduğundan bahsediliyordu.

Aman ne güzel derken birden sitenin adresine dikkat ettim; olacak iş değil. Site sahibi arkadaş, gayet Türkçe olan isminin içinde geçen V harfini W olarak yazmıştı. Bu sadece sitenin adresi değil, aynı zamanda adı da. Haberi siteye yazan kişi de, kendine takma isim olarak ( şu bizim nick name yani) yabancı bir diziden bir karakterin adını seçmiş.

Pekiyi ana konu neydi, bozulan dilmiz. Hatta yazarın kendi sözleriyle "ayaklar altına alınan dilimiz".

Türkçe'yi bu kadar sevip de kullanmamak nasıl bir histir anlayamadım.

Üstelik sitede bir alttaki yazıda da hem başlıkta hem de yazıın içeriğinde "mause" diye bir kelime kullanılmış. Yazıyı okuyunca bunun "mouse" olması gerektiğini anladım. Dilimizde, tam kelime ve anlam karşılığı olarak kullanılan fare diye bir kelime de varken üstelik. Daha ilerilerde "İngilizceyi sevelim, koruyalım, ayaklar altına almayalım." diye de bir yazı var mı diye baktım ama göremedim.

Sitenin adını vermiyorum. Derdim kötü reklam yapmak değil. Bu yazıdakileri zaten onlara da yazdım.

Bir şey daha var, yazdım diyince aklıma geldi. Sitenin her haber için bir yorum ekleme özelliği de var. Burada şöyle bir not düşülmüş : "Türkçenin doğru kullanıldığı yorumları seviyoruz. ( Nasıl yazmalıyım)". Nasıl yazmalıyım bölümü bir başka sayfaya gidiyor ve burada nasıl yazılması gerektiği ile ilgili bir metin var. Metnin ilk cümlesi şöyle başlıyor : "Blogları diğer web sitelerinden ayıran en önemli özelliklerden biride..." ( de bitişik yazılmış) :)

Üstelik siz yorumu yazıp gönderdiğinizde, sistem otomatik olarak bütün büyük harfleri küçük harfe çeviriyor. Böyle de bir yapıcılık eklenmiş. Sanırım Türkçenin ayaklar altına alınmaması için yapılmış. Belki de arkadaşlar büyük harflere daha gelmediler. :)

Yorumların düzgün olması için "edit edildiği" belirtilmiş ama birleşik yazılan soru ekleri ve editörün kendi yazısında bile yanlış yazılmış -de/-da hataları ortalıkta cirit atıyor.

Öyle ki , sitede söylenen, eleştirilen ve yapılan arasındaki dayanılmaz çelişki bana da bu yazıyı yazdırdı. Normalde, başlıkları görür görmez kara listeye atacağım bir siteydi.

***

Çocukken bir kaç ciltlik bir kitap setim vardı. Sanıyorum Yapı Kredi Bankası ( o zamanlar daha Koç tepmemişti kendisini) dağıtmıştı. Boyutları alışılmışın ( o zaman için) biraz dışında olduğu için değişik gelmişti. Zaten konusu da Atatürk'ün hayatıydı, ilginç gelmemesi mümkün değil. Okullarda okumadığımız şekilde çok keyifli bir dille anlatılmış bir sürü detay vardı kitaplarda.

O kitaptan aklımda kalan şeylerden bir tanesi de Atatürk'ün çok sevdiği söylenen iki dizeydi " O mahiler ki derya içindedirler / Deryayı bilmezler". (O balıklar ki denizin içindedirler / Denizi bilmezler.) Hem Atam severmiş diye hem de benim de çok hoşuma gittiğinden yıllarca bu sözü sık sık kullanmışımdır. Ve genellikle hemen arkasından da hem anlamsal, hem de sessel olarak çağrıştırdığı için "kendini bilmezler " diye eklerim.

Bu yazıma da ekleyeyim istedim.

Ve bu yazımın ana fikrini ise şöyle belirledim : "Türkçeyi bilmiyor, İngilizceyi bilmiyor, başka dil bilmiyor; anlatacak derdi var, ne yapsın bu insanlar ?" Dilerim, bu konu akademik çevre tarafından fark edilir ve en kısa sürede birisine tez olarak verilerek bir çözüme bağlanır.

28 Mayıs 2007

10 Günde 10 Kilo Vermenin 10 Yolu



10 Günde 10 Kilo Vermenin 10 Yolu konusunda en ufak bir fikrim yok. Böyle bir kaç yol var mı bunu da bilmiyorum. Ama varsa bile çok sağlıksız birşeydir 10 günde 10 kilo vermek, aklınızda bulunsun.

Başlığı sadece dikkat çekmek için yazdım. E madem ki çekmişim dikkatinizi, haydi siz de ona katılın okuyun bakalım neler yazmışım.

Diyet ya da rejim olarak bilinen ve nedense "alınmış kiloları geri verme" olarak değerlendirilen fenomenden bahsetmek istiyorum bu gün.

Öncelikle bir konuya açıklık getirmek isterim ki "alınmış kiloları geri vermek" kesinlikle söz konusu değildir. Sadece "kilo" olarak adlandırılan ve oranızda buranızda birikmesinden hiç de memnun olmadığınız "yağ" dokusunu eritiyorsunuz. Bu eriyen doku da, doğal yollarla vücudu terk ediyor. Kimseye bir şey vermiyorsunuz.

Vermiyorsunuz derken diyetisyenlere ( neden rejimisyen de denmiyor acaba), sizi zayıflatmayı vaadeden ilaçlara ( ki bunlar söz konusu firmalarla tuvalet kağıdı firmaları tarafından ortak olarak üretiliyorlar), sizi şişmanlatmayacağını ama tok tutacağına yemin eden bilimum gıda maddesine bir sürü para veriyorsunuz tabi.

Üstelik de bu parayı, vakti zamanıdna para vererek aldığınız, afiyetle yediğiniz ve vücüdunuzda kilo olarak biriken şeyleri yok etmek için veriyorsunuz. Hayır, insanın kendi evindeki tuvaleti paralı yapması gibi bir olay bu. Neyse felsefî irdelemeye daha fazla girmeyeyim..

En sevdiğiniz pantolonunuz, artık içine giremediğiniz için en nefret ettiğiniz pantolonunuz olup da en sevmediğiniz o eski pantolonunuz içine tek girebildiğiniz favori pantolon haline geldiğinde; kemerinizi görerek değil de el yordamıyla bağlamaya ( kemer ne yapılır sahi ? bağlanır ? iliklenir ? kapatılır ? ) başladığınızda; çok yemek yedikten sonra ovuşturmaya başladığınız göbeğiniz artık ovuşturulmak için ikinci bir ele hatta kişiye daha ihtiyaç duyduğunda; eskiden bir jiletle 3 defa traş olabildiğiniz halde, artık her traş için yeni bir jilet kullanmanız gerektiğinde anlarsınız ki vücudunuz eskisinden daha genişlemiş ve artık yediklerinize dikkat etmeniz lazım.

Zaten bir süredir "dana gibi oldum oğlum sen" ile "siz biraz kilo mu aldınız efendim son zamanlarda" arasında değişen şekillerde size yapılan geri bildirimler de bunu işaret etmekteydi. Zaten sizin "yemekten sonra oluyor" diye düşündüğünüz "şişkinlik" hem her daim olmakta, hem de göbekten yanlara, yukarılara ve hatta yanaklara ve hatta hatta gıdı olarak bilinen ve eskiden kravat takmak için elinzle geriye itmenize gerek duymadığını o şirin bölgeye doğru yayılmaktaydı. Zaten beyefendiciğim, eskiden sütyen takmaya ihtiyaç duymuyordunuz.

Sizin ısrarla "iki gün az yesem çıta gibi olurum" dediğiniz vücut ölçünüz son 1 haftadır kimselere çaktırmadan "az" yemenize rağmen hala bir kalas için bile yontulması gereken boyutlarda duruyor ve en acı olanı basküle çıktığınızda kadranı göremediğiniz için durumun vehametinin sayısal değeri hakkında da bir bilgi sahibi olamıyorsunuz.

Ve bu saydıklarım ya da benzer başka sebepler sonucunda zayıflamaya karar veriyorsunuz.

Zayıflamanın ilk aşaması "düzenli yemek yersem zayıflarım" olarak bilinen, kilolarından şikayetçi olduğunu kimseye ( ve hatta kendine bile) çaktırmadan dahil olunan eylemlerden oluşur. Ama çok kısa bir sürede bunun hiç bir işe yaramadığı anlaşılır ve bir sabah Müsleheddin Efendi'nin getirdiği çayın yanındaki şekerler tepsiye burakılmak suretiyle "diyet" herkese ilan edilir.

Bu kritik nokta atlandıktan sonra ne tür bir rejim yapacağınız konusu, siz hariç herkesin tek amacı olur. Üstelik dünya üzerindeki rejim "tarfileri", "günde 72 öğün istediğini ye" ile "haftada tek öğün, sadece süt" arasında değiştiği için bu iş onlar büyük bir kaosa dönüşür. Sizin için ise büyük bir kabusa. Etrafınızdaki insanların nasıl birer diyet uzmanı olduklarına şaşırıp kalırsınız.

Sizin yemeklerden uzak durmak istediğiniz o kritik anlarda saatte 4 kişi ortalamasıyla birisi size " yeğenimin bir arkadaşı vardı, adı asuman, bir diyetisyene gitmiş acayip kilo vermiş" , "köfte ile sarmısak yersen kilo aldırmıyor benim halamgil bu sayede 1 yılda 12 kilo verdi" , "iki litre saf alkol alıp içine kirpi idarı karıştırıyorsun, bunu 3 ay dolapta bekletiyorsun sonra her sabah 1 kaşık içiyorsun, diyete bile gerek yok çakı gibi olursun", "yeğenimin diyetisyene giderek kilo veren arkadaşı asuman, şimdi mankenlik yapıyor" , "abi peyniri böyle tavada çeviriyorsun o biraz eriyor, içine bol kıyma, iki de yumurta kırıyorsun, sonra bombolobülübülü alkoloidi alıyorsun ondan bir kaşık ekliyorsun buna, onu yiyorsun harika bir şey" , "ebegümecini haşlayıp suyunu iç", "ya sabah geciktim kusura
bakmayın, yeğenimin bir arkadaşı vardı asuman, o vefat etmiş, gencecik kız, cenazeye gitmem gerekti" tarzında tarifler veriyor.

Bu arada sizin duyup sevip benimsediğiniz bir program zaten var ama her tarifle o biraz daha "güme" gidiyor. Hem karnınız açıkıyor hem de bu kadar çok rejim alternatifi olmasına rağmen, hala bu kadar çok şişman insan olduğunu görerek umudunuzu yitiriyorsunuz. Siz yemekten uzak durmak isterken, muhtelif rejim önerileri altında günde onlarca menü kulağınızın önünden geçiyor. E beyin de iki kulak arasında malum... ( arş: iki arada bir derede kalmak)

Sizin diyetiniz başkalarının derdi olmaktan çıktıktan sonra, siz de artık planladığınız diyeti rahatlıkla uygulayabilmeye başlıyorsunuz. Ama bu da kısa sürüyor. Zira çok az bir zaman sonra sizin diyet amacıyla yaptığınız her davranış çevrenizde sessiz bakışmalara neden oluyor. Ve bu bakışmaların altında yatan anlam ise hep aynı : "Hiç bir işe yaramıyor, benim dediğimi yapsaydı şimdiye incecik olmuştu"

Siz bütün bunların arasında inatla aklınıza koyduğunuzu yapıyorsanız, kilo konusunda bir gerileme kaydetmeseniz bile sabır olarak büyük bir ilerleme kaydediyorsunuz. Sonuçta belki amaçladığınız kadar kilo veremiyorsunuz ama sakin ve huzurlu birisi oluyorsunuz.

Yok eğer bir kaç gün sonra , açlık ve sinir birleşiyor ve oda arkadaşlarınızdan birisine saldırıp ısırmaya başlıyorsanız, öğlen pastanede bekliyorum sizi; ben de az önce müdürü yedim.

10 Nisan 2007

Dilimiz : Yanlış Kullanılan Kelimeler

“Efendim, dilimizde kelimelerin yalnış kullanılmından nasıl muzdaribim anlatamam. Ama sanıyorum yanlız bana veriyor bu ızdırabı, çünki görüyorum ki benden başka takan yok. Özellikle dilimizde mevcut canım kelimelerin yerine yabancı dilde tekamül edenleri kullanmak modası aldı başını gidiyor. Saymaya kalksak rakkamlar yetmez. Durum tehammül edilemez bir hal aldı. Dilimizin tekabülü ve akibeti ve olacak çok merak ediyorum. İşte bugünki yazımı bu münhal üzre yazmak isterim.”

Yukarıdaki yazıyı okuyup da “hay ben senin Türkçene..” diyenlere öncelikle teşekkür ederim. Yukarıdaki yazıyı okuyup da bir şey demeyenlere ise teessüf…

Evet bu yazı, dilimize sıklıkla yanlış kullanılan kelimeler üzerine olacak. Ve ilk paragraf da bu yanlış kullanımlarla dolu. Bir sürü kelime yanlış yazılmış ya da yanlış şekilde/yerde kullanılmış. Sizden rica etsem bir daha okuyup “kelime hatalarını” bulmaya çalışır mısınız ?

Ben ricamı kırmayıp tekrar ve daha dikkatli okuduğunuzu varsayarak, ufak ufak anlatmaya başlayayım; aklım erdiği, dilim döndüğünce...

İlk düzeltmem biraz tekerleme şeklinde olsun istedim : Yanlış kelimesinin yalnış şeklinde yazımı yanlıştır. Karışıklığa mahal vermemek için bir daha söylüyorum, kelimenin doğrusu : YANLIŞ
Bu arada “mahal vermemek” yerine, “neden olmamak” deseydim daha da güzel olurdu değil mi…

Yukarıdaki paragrafta yanlız olarak yazdığım kelimenin doğrusu ise YALNIZ.

Gelelim “ıstırap – mustarip” ikilisine. Izdırap, ıztırap, ızdırab vb. bir sürü yanlış yazımı ve söylenişi var bu kelimenin. E buna bağlı olarak da “ıstırap çeken” anlamındaki muzdarip, muzdarib vb. kelimesi de muhtelif şekillerde kullanılıyor. Doğruları ISTIRAP ve MUSTARİP.

Çünki yazmışım doğrusu ÇÜNKÜ olacak, elimi eşek arısı sokacak. ( Yaygın kullanılanın aksine eşşek değil de EŞEK. Ş sayısı sinirle söylendiği zaman, asabiyetle doğru orantılı olarak artabilir.)

Bir de bu tekamül – tekabül olayı var. Nedense bu kelimeleri kullanmak arzusuyla yanıp tutuşan ama hem yanlış yerde hem de yanlış söyleyişle kullanan br sürü kişi var. Hemen bakalım hangisi ne demekmiş :

TEKÂMÜL : İkinci hecedeki a ince ve uzun olarak okunur. “Olgunlaşmak ve gelişmek” anlamındadır.

TEKABÜL : İkinci hecedeki a kalın ve uzun okunur. “Karşılama, karşılık olma” anlamındadır.

Yukarıdaki hatalı kullanımlarına gelecek olursak :
“…kelimelerin yerine, yabancı dile tekabül edenleri kullanmak…” ve
“Dilimizin tekâmülü ve akıbeti….” olmalıydı.

Bu arada farkındaysanız AKIBET de yanlış yazılmış. Ne kadar cahilim

“Saymaya kalksak rakkamlar yetmez.” cümlesi ise adamı astıracak bir cümle. Öncelikle doğru kelime RAKAM olmalıydı. Diğer bir hata ise sayma işinin sayılarla yapılması, rakamlarla değil.

Aklınıza takılırsa diye yazıyorum ( benim takıldı çünkü) : “Yazmaya kalksam harfler yetmez.” ile “Yazmaya kalksam kelimeler yetmez.” arasında bence çok fark var. Ve ikincisi edebi olarak da mantıksal olarak da daha güzel. ( “cuk orutuyor” da derler)

Bakalım başka neler yumurtlamışım. “Bugünki” yazmışım; elim kırılsın BUGÜNKÜ olacak. Tehammül kadar başıma taş düşsün, doğrusu TAHAMMÜL olacak. “Münhal üzre” bir yazı yazmışım, beni o kalemin yapıldığı ağaçla dövseniz bile az.

Münhal kelimesi “boş, açık müsait ( kadro, yer, durum)” anlamındadır. Kullanılması gereken doğru kelimeler “MİNVAL ÜZERİNE” olmalıydı. Minval ise “yol, biçim, tarz” anlamındadır. Tabi buna da ne gerek var, “bu konuyla ilgili” yazsana be adam herkes anlasın.

Paragrafta bilinçli olarak yaptığım yanlışlar bu kadardı. Bilmeden yaptıklarımı ise bulmak size kalsın

Burada yeri gelmişken ( gelmedi aslında ben getirdim, siz de geldiniz ) bir kaç kelimeden daha bahsedeceğim.

“Şarz etmek” diye bir ifade aslında yok biliyor musunuz ! En sık yanlış kullanılan kelimeler sıralamasında birinciliği daha yılarca başka hiçbir kelimeye kaptırmayacağından emin olduğum, neredeyse herkesin kullandığı ve oysa benim telaffuz etmekte bile zorlandığım sarz kelimesinin doğrusu ŞARJ. Eller telefonunu şarj ederken, biz daha hala şarz edersek ( hatta benim canımım içi sevgilim, uçaktan indikten sonra 7 saat boyunca açmayı unutrak beni meraktan çıldırtırsa ) onlar aya giderken biz şehir içnde kaybolmaya devam ederiz. (Tamam sevgilim telefonu açmadı diye ben kaybolmam; ama beni de uyku da tutmaz, sabahı sabah ederim. Ayrıca ben onu çok özledim ve ee... öhm)

Öhm.. Ne diyorduk ?

Bir de bu cami kelimesi var. “Camisi” yerine sıklıkla camii hatta camiî yazılması yetmiyormuş gibi bazen cami yerine bile camiî kullanılıyor. Kelimenin doğrusu CAMİ. Ama sonuna getirilen –i takısı konusunda TDK bile –i ( camii) ve –si ( camisi) takılarını birlikte veriyor.

Geçenlerde kaparo sözcüğüne takıldım. TDK’nın evimdeki sözlüğünde ( 8. Baskı) kelime “kaparo” olarak veilmiş ama internet sitesinde “kaporo” olarak geçiyor. Genellikle “kapora” olarak kullanımı da yaygın. Diğer sözlüklerle ve etimolojisine de bakında KAPARO oy birliği ile önde. TDK’ye konuyla ilgili bir mesaj da yazdım ama henüz ses sadâ çıkmadı.

Bu arada kelimenin doğrusu “sadâ” değil SEDÂ :)

Son olarak askere gidenlere dilenen şeye ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Hadi kendinizi sınayın bakalım : TESKERE mi TEZKERE mi dilersiniz ?

“Hayırlı teskereler canım kardeşim.” mi yoksa “Hayırlı tezkereler olsun ağabey.” mi ?
Eğer “teskere” dilediyseniz ve karşı taraf “Sana olsun o teskere, hıyar herif !” derse sakın kızmayın. Çünkü siz ona “sedye” dilemiş olduğunuz. Hani “tez vakitte vurulursun inşallah“ gibi bir şey. Dilemeniz gereken şey ( aslında gönlünüzden geçen) TEZKERE idi.

Tabi, Allah muhtaç etmesin ama ihtiyaç olduğunda sedyeyi de tez vakitte bulurlar umarız ki.

Eh, bu sefer ki gevezeliğim de bu kadar işte.

Bizde adettir birinin yanlışını söylerken, başka şekilde de bir sürü yanlış yapılır. Muhtemeldir ki ben de muhtelif hatalar yapmışımdır başkalarınınkileri düzelteyim derken. Affola. Yazım hataları dışındakileri açıklamalarıyla/kaynaklarıyla bildirirseniz hem hemen düzeltirim hem de memnun olurum

Yazı biterayak bir şey daha eklemek isterim. Piyasada bir sürü “doğru yazalım, doğru konuşalım” türü kitap var. Üstelik bunların hepsi de gerçekten dilimize çok emek vermiş işini çok iyi bilen insanlar tarafından yazılmış/derlenmiş. Ama bazılarında belli konularda çelişkiler görülüyor. Üstelik TDK’nin önerdiğinden çok daha mantıklı gelen ya da daha sağlam temellere dayanan açıklamalarla.

Ben bazen ikilemde kalıyorum. (Aslında okurken muallakta kalıyorum da yazarken ikilemde kalıyorum. ) İfadelerini sevdiğim, düzeltmelerinden çok şey öğrendiğim, tarzını örnek aldığım bir yazarın bir açıklaması TDK ile çelişiyor ve üstelik onunki doğru geliyor. Ne yapmak lazım ?

Şöyle düşünüyorum : “Herkes bir yazarı doğru belleyip onun söylediklerini benimser ve kullanırsa, birlik sağlanamaz, iş iyice çorbaya döner. O yüzden çelişkili durumlarda TDK’yi doğru kabul ediyorum. Zira şüpheye düşen birisinin başvuracağı kaynak da büyük ihtimalle TDK’dir.”

Peki siz TDK kısaltmasını, nasıl okuyorsunuz ?

27 Mart 2007

Blogger da yazılara yorum eklemek

Yazılarımı "yorumları herkes görsün" diye bir blog sitesine taşımamla beraber yorum yazmakta problem yaşayan binlerce okurum ( pardon, birlerce okurum) "nasıl olacak da yorum yazılacak" diye sormaya başladılar. Ben de hemen aydınlatıcı kimliğimi ön plana çıkartarak bu konuda bir kılavuz hazırlamaya ve onbinlerin ( pardon, onbirlerin) önünü açmaya karar verdim.

Tabi ki bu kılavuz sadce benim sitem için değil, blogger.com uzantılı bütün bloglarda için bir kılavuzdur. ( Evrensel yani)

Yorum yazmak istediğiniz yazının sonundaki ".. Yorum Yapılmış" bölümüne tıklıyorsunuz. Bu bölüm site sahibinin tercihine göre ".. yorum var", ".. comments", ".. yorum şeedenler" gibi değişik şekillerde olabilir.



Kullandığınız programa göre bir başka sayfa ya da bir popup pencerede yeni bir ekran açılıyor.



Bu pencerede bir mesaj yazma alanı ve aşağıda 3 farklı gönderme seçeneği var.

Bu alanlar :

1. Varsa gmail hesabınızla giriş yapmanızı sağlıyor. Bu seçeneği kullanırsanız yorumunuz eposta hesabınızla birlikte görünüyor. Bu seçeneği doldurusanız ekran yenileniyor ve gönderen kısmında sizin eposta adresinize bağlı olan KULLANICI ADINIZ yer alıyor.

2. Gmail hesabınız yoksa ya da kullanmak istemiyoranız ( küfür falan edecekseniz mesela) bu seceneği işaretliyorsunuz. O zaman ekranın altındaki bölüm değişiyor



Buradaki yeni bölümlere isminizi ve varsa sitenizin adresini yazabilirisiniz. Yazıp yazmamak da yine isteğinize bağlı.

3. seçenek ise hiç bir bilgi vermek istemeyenler için. Bu seçenekte aşağıdaki bilgi alanları kayboluyor.

Hangi seçenekle mesaj göndereceğinize karar verdiğikten sonra üstteki kocaman alana mesajınızı yazıyorsunuz.



Bu ekranda görülen kare içindeki alan "mesajınızın site sahibi tarafından onaylandıktan sonra sitede görünür hale geleceğini" ifade etmektedir. Dolayısıyla sitede hemen görünmezse bu yüzdendir.

Buraya mesajınızı yazdıktan sonra da aşağıdaki turuncu PUBLISH YOUR COMMENT alana tıklıyorsunuz. Bir süre bekledikten sonra ekranınız tazeleniyor,yeniden boş bir ekran görülüyor ve sayfanın en üstünde



ifadesi çıkıyor.

Mesajınız gönderildi ve site sahibinin olurunu bekliyor demektir.

13 Aralık 2006

İnsan Manzaraları : Google Sağlığa Zararlı mı ?



Efendiiim, bugünkü konumuz "İnternet tarayıcı programında açılış sayfasını Google yapıp, her dakika birilerine bir şey soran insanlar".
Başlık yeterince açık olmasına rağmen, ben yine de gevezelik hakkımı kullanarak ayrıntılandırmak isterim.
Sanıyorum bir çoğumuz ofis adı verilebilecek ve birden fazla kişinin oturduğu ( çalıştığı) ortamlarda çalışıyoruz. Ve yine sanıyorum ki bu birden fazla kişi birden fazla masada oturuyor ve her masada da oturana ait bir bilgisayar mevcut. Ve utanmadan sanmaya devam ederek hala sanıyorum ki ( bazı kurumlarda patron/yöneticinin paranoyaklığıyla orantılı olarak sınırlanmış olsa da) her bilgisayarın bir de internet bağlantısı bulunuyor.
Sanrılarımın ne kadarı size uyuyor bilmiyorum ama böyle bir ortamın içinde yaşamayanlar da sanıyorum ki ( çok güzel sanırım ben ) söz konusu ofisi hayal edebilmişlerdir.
İşte bu tip ofilserde en az bir kişinin internet gezici programında açılış sayfası mutlaka Google'dır. Eh google kelimesinin ingilizceye resmen girdiğini düşünürsek, bu bence gayet doğru bir davranıştır.
Varsayılan önyargı olarak, bu açılış sayfası Google olanların meraklı, internet konusunda tecrübeli, bir sürü alanda bir sürü şey bilen ve bilmediklerini de merak eden bir tip olduğunu düşünmüşümdür ben hep. Öyle ya hiç gazete okumayan biri neden açılış sayfasını gazete yapsın ki, değil mi...
Eğer başlığa söz konusu olan tiplerden birisiyle aynı odayı paylaşıyorsanız, bu merak ile ilgili kısmın doğru olduğunu kısmen doğrulayabilirsiniz. Zira evet gerçekten her şeye meraklıdır, ama anlamsız ve hatta gereksiz bir biçimde meraklıdır. Ve önünde duran Google'dan "engelli msn'leri kırma" benzeri yapıları günde 8 saat ( mesai o kadar ne yapsın zavallı) aratmayı düşünmekte ama "Hollanda'nın ulusal rengi neydi" "Marvel Comic miydi Martel Comic miydi" "Adana'da deniz var mı" "ee? martel neydi peki ?" "kleopatranın boyu kaç santimdi?" "üveyik kuş mu makam mı" "süpermenin babasını adı neydi yahu" gibi alakasız soruların cevaplarını aratmayı bir türlü akıl edememektedir.
Ama o şahsi görevini ifa "edemeyen" akıl, yönettiği dil sayesinde, oda çalışanlarının gününü içine etmeyi gayet iyi başarmaktadır.
Ben bu gibi sorularlar karşılaştığımda hemen her daim bir köşede hazır olan söz konusu siteye girerek ( Google yazmaktan yoruldum artık yahu ( e burada yazdım ama( neyse))) cevaba ulaşmakta ve bunu söylemekteyim.
Sırf bu site yüzünden ( Google yani) beni "dahi" sana arkadaşlarım var. Hatta bir ara "ayaklı kütüphane" diyorlardı. Ben de "sadece internete bağlı olduğunda çalışır" gibi bir ayrıntıya dikkat çekerek olayı "geleneksel Türk ima sanatları" çerçevesinde irdeleyerek toplumsal bilinç oluşturmaya çalışıyordum. Tahmnin edebileceğiniz üzere başarılı olabilmiş değilim.
Daha sonra olayı "birebir eğitim" olarak değerlendirip, bu şekilde yaklaşmaya başladım insanlara :
- ya Cihangir ( evet benim adım cihangir ) elipsin alanı nasıl bulunur ?
+ Google'da yok mu ?
- var mıdır ki ?
+ baksana bir
- sen bilmiyor musun ?
+ yoo, ne işim olur ki elipsle, alanıyla ?
- e her şeyi bilirsin genelde
+ hayır bilmem. sen sorunca Google'dan bakıyorum ben de
- e buna da baksana o zaman
+ sen neden bakmıyorsun
- ne diye bakmam lazım
+ ne arıyordun
- elipsin alanı
+ "elipsin alanı" yazmayı denesene
- hmmmm
+ hmmm
Şimdi elipsin alanı Google'da var mı diye merak etmiş olanlar için kısa bir ara vereyim mi, yoksa devam mı edeyim :)
aradan 5 dakika geçer
- Cihangir
+ dıt dıt dıt dıt
- hehe, ya ne soracağım
+ Google'da yok mu ?
- ne ?
+ soracağın şey
- e daha sormadan neden öyle dedin ki
+ tamam özür dilerim, buyur sor
- ördek, tavuk falan hani, bunların ayakları perdeli ya, o perdeler parmakların arasındadır diye düşündüm de, peki kaç parmağı var bunların ?
+ Google'da yok mu ?
- sen çok huysuz adam oldun bu günlerde hocam ya, ters ters cevaplar veriyorsun
+ açışıl sayfan neden Google senin ?
- e arama sayfası orası
+ peki neden arama yapmak yerinede her şeyi bana soruyorsun
- sen biliyorsun diye her şeyi
+ hmmmm
2-3 dakika geçer
- cihangir
+ Google'da yok mu ?
- aman ne komik
+ e ben de böyle eğleniyorum işte
- her şey var mı ki Google'da habire oraya yönlendiriyorsun hem sen beni
+ bak bu konuda sana hak veriyorum
- nasıl yani ?
+ son konuşmamızdan sonra, ki zaman çizelgesinde bir kaç dakika öncesine, hikayenin yazıya dökülmüş halinde ise bir paragraf yukarıya denk geliyor bu konuşma, Google'a "oda arkadaşım bu kadar saçma soruyu nereden buluyor" yazdım sonuç çıkmadı
- sen gitgide şu dizideki House'a benzemeye başladın
+ nasıl yani ?
- huysuz ve ukala bir doktor olarak demek istedim
+ ehehe
- hıh ! çok komik !
Ya işte böyle uzar gider bu hikaye. Sakın ola ki küser/bozulur/darılır da bu muhabbetler kesilir sanmayın, zira bitmez. Hatta zamanla "sen şimdi yine Google'a bak dersin ama, yine de sorayım" gibilerinden daha da acayip bir hal alır.
Ama adam da haklı, her derde deva değil bu Google. "Huzur nerede" yazdım, çıkan 220 sonucun hiç birisi de derdime derman olmadı. Oda arkadaşıma mı sorsam acaba...
( bu hikayenin halihazırda aynı odayı paylaştığım çalışma arkadaşlarımla bir ilgisi yoktur :) )