bilinçlilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bilinçlilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

06 Temmuz 2007

Modanın Mantığı Olmaz - iPhone

iPhone'ın satılmaya başlanmasıyla birlikte, teknoloji dünyasında ciddi bir hareketlenme oldu. Herkes, şöyle ya da böyle, bir türlü bu alete değdiriyor değiniyor. (Görüldüğü Okunduğu üzere ben de). iPhone'un en çok eleştirilen özelliği ise, taşıdığı cazibenin yanında, sıradan bir cep telefonundan bile az özelliğe sahip olması. Gerçekten de araştırdığınızda telefonda bir sürü şeyin eksik olduğunu görüyorsunuz. Oynaması güzel ama kullanması keyifsiz bir cihaz gibi duruyor. Yine de bir tanesine sahip olmak isterdim.

Gelelim yazımızın konusuna.

Peki bu cihaz 3 günde 500 bin adet satmadı mı ? Hem de sadece Amerika'da. Sattı.
Hala da satıyor mu ? Satıyor.
Daha da satacak mı? Satacak ?
Satışına başlandığı bir çok ülkede de benzeri talep ve rakalmlara ulaşacak mı ? Ulaşacak.

Peki neden ? Cevap, bu yazının başlığında saklı : "Modanın Mantığı Yoktur"

Zaten "moda" denen şey, mantıksızlık üzerine kurulmuştur. Yoksa insanlar neden mevcut 6 pantolonunu "artık giyilmez" diye bir yerlere kaldırıp gidip kendisine yeni pantolon alsın ki ? Yepyeni kıyafetleri "bir yere kaldırayım ileride yine moda olursa giyerim" mantığıyla giymekten vaz geçen insanları düşününce, bu cümledeki mantık kelimesi size de fazla gelmiyor mu ?

Apple'nin seyyar müzkçaları iPod da aynen bu şekilde tanıtıldı ve dünyayı sardı. Aynı fiyata alabileceğiniz ondan çok daha kaliteli bir sürü cihaz var. Ben Creative isimli markanın müzikile ilgili bütün ürünlerinin emsallerinden hem daha kaliteli hem de özellik olarak üstün olduğunu iddia ediyorum. Ama yok ! iPod alınacak. Çocuğunuza ( belki sevgilinize) ne kadar kaliteli bir alet alırsanız alın, iPod değilse suratının asılmasını engelleyemeyebilirsinz.

"iPod almadın bari beyaz kulaklık al da, görenler iPod zannetsinler" cümlesi moda denen olgunun mantıksızlığın bir eseri olduğunun gayet net bir ifadesidir.

Creative ( ya da diğer markaların) ürünlerini bile "kreativin de aypodları var" diye satıyorlar. Marka ürünün önüne geçti ve ürün adı oldu neredeyse. iPhone'a muadil çıkan bütün ürünler de "filanca markanın iPhone çözümü" diye tanıtılacak artık.

Böyle bir ürün bulmak ( ya da insan olmak) dostlar başına...

***

Bir kaç ay önce yeni bedenime ( kocaman oldu kendileri) bir kot pantolon almak için mağazaya gittim. Ben öyle moda olgusunun pek farkında olmadan yaşadığım için bu tip kıyafetleri "eskiyinceye" kadar giyerim. Mevcut kotların da (bedenime uymamanın yanısıra) artık cep ağızları, paçaları, arka cepleri ve diz bölümlerinden yıpranmaya başlamıştı.

Derdimi anlatıp göbeğimi gösterdikten sona istediğim pantolonu tarif ettim. Kendi pantolonlarımı seçebilme imkanım oduğunda beri aynı tarfi yaparım. Bunun üzerine, bir kot firmasında çalıştığı halde neden kendinden 5 beden büyük olan babasının 20 yıllık pantolonunu giydiğine bir türlü anlam veremediğim eleman gidip bana istediğim gibi bir kot getirdi. Kabine girip giydim, aynaya bir baktım !!! Cep ağızları yıpranmış, paçalarından iplikler sarkan ve diz bölgeleri aşınmış bir pantolon duruyor üzerimde.

"Acaba" dedim "benim istediğim model artık üretilmiyor da, ikinci elini mi satıyorlar?". Kabinden çıktım "Nasıl oldu ?" klasik sorusunu çocuğun ağzına tıkıp "Kullanılmış pantolon mu bu ?" diye sordum. Çocuk gülerek "Moda böyle" dedi. Muhabbetin ve alışverişin gerisi bol kahkalı geçmekle birlikte sonuç şöyle oldu :

"Kot pantolonumun cep ağızları, paçaları ve diz bölgesi yıprandığı için yenisini almak üzere gittiğim mağazadan, moda olduğu için cep ağızları, paçaları ve diz bölgesi özellikle yıpratılmış bir pantolon aldım."

Almamak gibi bir şansım da yoktu zira bütün mağazalarda bunlardan satılıyor. Neden mi ? E moda canım kardeşim, moda.

***

Modaya kapılmamak mümkün mü peki ? Buna evet demeyi çok isterdim ama sanıyorum doğru cevap "hayır". Zira moda sadece teknoloji ya da kıyafet alanında değil ki. Yeme içmeden tutun da akşam eğlenceye gidilecek yere kadar hatta sadece yürüyüşe çıkılacak sokaklara kadar her yerde karşımızda moda. Bazen adına "in-out" diyorlar, bazen "gözde mekan", bazen "top 10" ama hepsi de özünde aynı. Birisinden kaçsanız, bir diğerine kapılıyorsunuz; bazen isteyerek, bazen sadece farkında olarak, bazen de hiç fark etmeden.

Benim 15 yıldır giydiğim tişörtüm var ama telefonumu 4-5 ay önce yeniledim, hala da baknıyorum yeni modellere. Arabam ayağımı yerden kesse yeter, ama yeni bir bar açılmış, herkes oradaymış gitmesem olmaz. HTML dilini biliyorum, istesem it gibi site yaparım, ama şimdi bloglar moda, başkasının yazdığı kodlarla boğuşup duruyorum.

Bak hala "neden" diye soruyorsunuz yahu. Moda diyorum moda. Şimdi bunlar moda.

***

Peki ya modayı evimizin kapısına kadar getirip burnumuza sokan, altımıza üstümüze giydiren, masamıza koyduran, cebimize daldıran; bize deli gibi abuk sabuk şeyler aldıran nedir ?

Sorunun cevabı "reklam" ve bu da sanırım bir başka yazının konusu olacak.

01 Temmuz 2007

Ah benim canım Türkçem - W'nin dilimizdeki yeri


Bugün sanal dünyadaki olağan gezintilerim sırasında bir bloga denk geldim. Ana sayfada TRT tarafından hazırlanan ve Türkçe'nin yanlış kullanımını ve bozulmasını iğneleyen bir video vardı. Yazı kısmında da ne kadar doğru bir yaklaşım olduğundan, dilimizin nasıl bozulduğundan bahsediliyordu.

Aman ne güzel derken birden sitenin adresine dikkat ettim; olacak iş değil. Site sahibi arkadaş, gayet Türkçe olan isminin içinde geçen V harfini W olarak yazmıştı. Bu sadece sitenin adresi değil, aynı zamanda adı da. Haberi siteye yazan kişi de, kendine takma isim olarak ( şu bizim nick name yani) yabancı bir diziden bir karakterin adını seçmiş.

Pekiyi ana konu neydi, bozulan dilmiz. Hatta yazarın kendi sözleriyle "ayaklar altına alınan dilimiz".

Türkçe'yi bu kadar sevip de kullanmamak nasıl bir histir anlayamadım.

Üstelik sitede bir alttaki yazıda da hem başlıkta hem de yazıın içeriğinde "mause" diye bir kelime kullanılmış. Yazıyı okuyunca bunun "mouse" olması gerektiğini anladım. Dilimizde, tam kelime ve anlam karşılığı olarak kullanılan fare diye bir kelime de varken üstelik. Daha ilerilerde "İngilizceyi sevelim, koruyalım, ayaklar altına almayalım." diye de bir yazı var mı diye baktım ama göremedim.

Sitenin adını vermiyorum. Derdim kötü reklam yapmak değil. Bu yazıdakileri zaten onlara da yazdım.

Bir şey daha var, yazdım diyince aklıma geldi. Sitenin her haber için bir yorum ekleme özelliği de var. Burada şöyle bir not düşülmüş : "Türkçenin doğru kullanıldığı yorumları seviyoruz. ( Nasıl yazmalıyım)". Nasıl yazmalıyım bölümü bir başka sayfaya gidiyor ve burada nasıl yazılması gerektiği ile ilgili bir metin var. Metnin ilk cümlesi şöyle başlıyor : "Blogları diğer web sitelerinden ayıran en önemli özelliklerden biride..." ( de bitişik yazılmış) :)

Üstelik siz yorumu yazıp gönderdiğinizde, sistem otomatik olarak bütün büyük harfleri küçük harfe çeviriyor. Böyle de bir yapıcılık eklenmiş. Sanırım Türkçenin ayaklar altına alınmaması için yapılmış. Belki de arkadaşlar büyük harflere daha gelmediler. :)

Yorumların düzgün olması için "edit edildiği" belirtilmiş ama birleşik yazılan soru ekleri ve editörün kendi yazısında bile yanlış yazılmış -de/-da hataları ortalıkta cirit atıyor.

Öyle ki , sitede söylenen, eleştirilen ve yapılan arasındaki dayanılmaz çelişki bana da bu yazıyı yazdırdı. Normalde, başlıkları görür görmez kara listeye atacağım bir siteydi.

***

Çocukken bir kaç ciltlik bir kitap setim vardı. Sanıyorum Yapı Kredi Bankası ( o zamanlar daha Koç tepmemişti kendisini) dağıtmıştı. Boyutları alışılmışın ( o zaman için) biraz dışında olduğu için değişik gelmişti. Zaten konusu da Atatürk'ün hayatıydı, ilginç gelmemesi mümkün değil. Okullarda okumadığımız şekilde çok keyifli bir dille anlatılmış bir sürü detay vardı kitaplarda.

O kitaptan aklımda kalan şeylerden bir tanesi de Atatürk'ün çok sevdiği söylenen iki dizeydi " O mahiler ki derya içindedirler / Deryayı bilmezler". (O balıklar ki denizin içindedirler / Denizi bilmezler.) Hem Atam severmiş diye hem de benim de çok hoşuma gittiğinden yıllarca bu sözü sık sık kullanmışımdır. Ve genellikle hemen arkasından da hem anlamsal, hem de sessel olarak çağrıştırdığı için "kendini bilmezler " diye eklerim.

Bu yazıma da ekleyeyim istedim.

Ve bu yazımın ana fikrini ise şöyle belirledim : "Türkçeyi bilmiyor, İngilizceyi bilmiyor, başka dil bilmiyor; anlatacak derdi var, ne yapsın bu insanlar ?" Dilerim, bu konu akademik çevre tarafından fark edilir ve en kısa sürede birisine tez olarak verilerek bir çözüme bağlanır.

31 Mayıs 2007

İnternette Nefret Ettiğim 10 İnsan Tipi

10. Forward adı verilen mesaj yönlendirmeleri sırasında mesajların başındaki > işaretlerini silmeyenler

9. Mesajda sadece bir adres ya da dosya gönderip, ne olduğunu açıklamadan, mutlaka bakın diyenler.

8. Basit bir mesaja çiçekler böcekler kelebekler ekleyerek fuzuli hat işgali yapanlar.

7. Mesajlarının altında "bu mesaj kurumumuzu bağlamamaktadır" tarzı yazılar bulunanlar.

6. Tek kelimelik ya da işaretlerden oluşan mesaj gönderenler ve yanar döner resimleri imza niyetine kullananlar.

5. V yerine W , Ş yerine $ vb. gibi bozuk ya da bUNa BenZeR tArZDa abuk sabuk yazım şekilleri kullananlar.

4. Özellikle gruplara, her sabah günaydın mesajı gönderenler.

3. Mesajın altına "bunu listenizdeki herkese gönderin" yazanlar

2. "Bunu listenizdeki herkese gönderin" mesajını alınca listelerindeki herkese gönderenler

1. Bir yerde gördüğü eposta adresini hemen listesine ekleyip, eline geçen otu boku hemen ona da göndermeye başlayanlar